Têkîli
info@abdullahdemirbas.com
Back

HDP ve İttifaklar Süreci

Kürtlerin kendi içinde yapmış oldukları ittifaklar var. Kürdistani İttifak bunlar arasında en öne çıkanı Kürt parti ve kurumlarıyla yürütülen ittifak. Kürdistani İttifak politikasının ve çalışmalarının, kapmasamının, yeterli ve istenilen düzeyde olmadığına ilişkin getirilen eleştiriler söz konusu. Bu eleştirilere ilişkin görüşleriniz nelerdir?

Öncelikle bu ittifakı çok anlamlı ve değerli buluyorum. Ama bence yeterli değil. Bunun daha geniş kesimlere, daha ulaşabileceğiniz kesimlere ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle Türkiye’de sistemden rahatsız olan ve sistemin partilerinden medet bulamayan, çare bulamayan birçok kesim var. Bu nedenle o kesimlere ulaşacak bir perspektifle yola çıkılması gerektiğine inanıyorum. Yani Şu andaki ittifakı anlamlı ve değerli bulmama rağmen yeterli bulmuyorum. Daha geniş, Türkiye’nin özellikle adalet arayışı içinde olan, hak arayışı içinde olan, bir sürü mazlum kesimler var. Mesela Türkiye’de mütedeyyin olup da hem AKP’den hem de CHP’den ve Altılı masadan rahatsız olan kesimler var. Liberal olan kesimler var. Mevcut ittifaklardan rahatsız olup. Herhangi bir ittifakta yer almayan liberal kesimler var. Bunlar için mutlaka ve mutlaka bizim çok iyi bir çalışma yapıp bu kesimleri sürece katmamız gerekir. Özellikle Türkiye’de azınlık statüsünde olup da kendini bulamayan bir sürü insan var mesela. Kafkas kökenliler, bunları ittifakımızın özne bir parçası yapmak gerekiyor. Bunları örnek anlamında söylüyorum. Çerkesler var, Çeçenler var, Terekemeler var, Caferiler var. Özellikle Kars, Ardahan, Iğdır yöresinde ciddi bir kesimi düzen partilerine hem tepkililer ama bir yandan da istemeyerek sistem partilerinde kendilerine temsiliyet bulma arayışları, uğraşları var. Sistem dışına itilen ve asimilasyon politikasının mağdurları olan bu toplumsal kesimlere mutlaka ulaşmamız gerekiyor.

Kürtlerin kendi içinde yapmış oldukları ittifaklar var. Kürdistani İttifak bunlar arasında en öne çıkanı Kürt parti ve kurumlarıyla yürütülen ittifak. Kürdistani İttifak politikasının ve çalışmalarının, kapmasamının, yeterli ve istenilen düzeyde olmadığına ilişkin getirilen eleştiriler söz konusu. Bu eleştirilere ilişkin görüşleriniz nelerdir?

Benim öncelikle temel bakışım, temel felsefem öncelikle Kürt ve Kürdistan’ı ittifaktır. En geniş Kürt ve Kürdistani ittifakın geliştirilmesi gerekir. Güçlendirilmesi gerekir Bunun için Kürdistan’ı bütün renklere çağrı yapılmalıdır. Bu hem bir seçim ittifakı bazında olmamalı hem de aynı zamanda Kürdistani kalıcı bir ittifakın temelleri olmalıdır. Yani bunu sadece seçim endeksli değil aynı zamanda Kürdistani birliğin temeli olmalıdır. Bu mu ittifak şu anda yürütülüyor ve iyidir. Ama başarıya ulaşması için yeni kesimler ile de yürütülmesi lazım. Yani bu ittifak sadece partilerle değil. Bunun dışında kalan özellikle kanaat önderleri ve çeşitli inanç kesimleriyle de olmalıdır. Yani sosyal bir gerçeklik olarak var olan bütün kesimlerle ittifak görüşmeleri yapılmalıdır. Ama bunu yaparken ilkeler temelinde olmalıdır. Yani ben daha önce DTK tarafından yapılan Kürt ve Kürdistani ittifak çalışmalarının içindeydim. Biliyorsunuz o zaman iki üç tane Kürdistani konferans yaptık. Bu ittifak çalışmaları; Kürdistan’ın sosyal, demografik gerçekliklerine uygun, kültürel gerçekliklerine uygun ittifak çalışmaları olmalıdır. Ve ekonomik gerçekliklerine uygun olmalı aynı zamanda. Sosyal, siyasal, kültüreli, ekonomik, demografik yapımıza ve inançsal yapılarımıza uygun bir ittifak çalışması yürütülmelidir. Bu süreçte en geniş kesimlere, yani burada sistemin onlara onlara el uzatması yerine haklı ve meşru olan bizlerin bir şeyler yapması, çalışmalar yürütmesi gerekiyor diye düşünüyorum. İttifak çalışmaları daha geniş olmalıdır. Şöyle bir şeyi de ifade edeyim. Bu seçim süreci, aynı zamanda Kürt sorununun ve Kürdistan sorununun demokratik ve siyasal çözümü için de bu ittifak çalışmaları temel altyapı olmalıdır. Yani bu ittifak çalışmalarını salt bir seçim çalışması değil, Kürt sorununun demokratik ve siyasal çözümü için de çok önemli bir altyapı çalışması olarak da görmek lazım

Demek istediğiniz, Kürdistani ittifak bir nevi Kürdistan’ın demokratik inşasında yerel bir meclisin ilk basamağı gibi bir işlev mi görmeli?

Aynen çok doğru. Benim söylemek istediğim bu. Önce Kürt ve Kürdistani ittifak, daha sonra bunlar karşılıklı bir birini besleyerek demokratik, adalet, hakkaniyet, emek ve özgürlük blokunu geliştirmeli ve güçlendirmelidir.

İkinci soruyla biraz bağlantılı olarak; Kürt parti ve kurumları içinde, Kürtlerin kendi içindeki ittifakların esas alınması gerektiğine inanan, Türkiye solu ve liberalleriyle yürütülen ittifakların anlamsız olduğunu düşünenler var. Hatta bu çevrelerin bir kısmı, Kürtlerin TBMM’den çekilerek kendi yerel meclislerini kurmalarını ısrarla öneriyor. Tabii böyle düşünmelerinde hem Türkiye soluna bakış açısı hem de devletin AKP ya da CHP gibi partilerin HDP’yle olan ilişki biçimindeki yaklaşımlarıyla da alakalı. Kürtlerin bir kısmı madem bizimle olan ilişki biçimleri hep dışlayıcı. O halde biz neden TBMM’deyiz Kürtler kendi ittifaklarını kursun. Kendi yerel meclislerini inşa etsin diyorlar. Bu öneriler hakkında sizin düşünceleriniz nelerdir?

Şimdi öncelikle, Kürtlerin kendisini iradeleştirmesi ve kendi meclisleşmelerini, kurumsallaşmalarının oluşturması önünde engel değildir Türkiye’deki çalışmalar. Tam tersine birbirini besleyendir. Biz DTK çalışmalarında şunu önemsedik. Bir kurumlaşmayı getirmek demokratik ikili bir hukuku yaratmaktı. Nedir bu? Bir kere biz bölgede demokratik bir Kürdistani duruşu organize etmek. Bunun Türkiye cephesine yansımasının Aslında bunu besleyen, bunu geliştiren, bunu güçlendiren yanı var. Yani Türkiye’deki demokrasinin gelişmesine destek olma, onu güçlendirmek, aynı zamanda Kürdistan’ın haklarının demokrasisinin ve kurumlaşmalarının güçlenmesinde karşılıklı sağlayacaktır. Yani Kürtlerin kendi içindeki Bu demokratik kurumlaşmaları, siyasal kurumlaşmaları iradeleşmeleri Türkiye’nin demokrasisine engel olmadığı gibi Türkiye’nin demokratikleştirmesiyle ilgili yapacağımız çalışmalar bizim kendi çalışmalarımız önünde engel değildir. Ben bu yaklaşıma saygı duymakla birlikte doğru bulmuyorum. Yapmak istersek bunun önünde engel yoktur. Yani bizim Kürt’le Kürdistani anlamında yapacağımız çalışmaların tümünün yapılması için bence engel yok. Biz bunu yapalım. Onun için diyorum önce Kürt ve Kürdistani ittifak. Bizim, Kürtlerin dilinin, kültürünün, değerlerinin, tarihlerinin veya demokratik karar alma süreçlerine katılacak olan doğrudan demokrasi kanallarını yürütmemiz bizim kendi çabamız olmalıdır ve kimse buna engel olamaz, olmamalıdır. Bunu biz istersek yapmalıyız, tabii ki bu meşru bir hakkımızdır. Yasalar bunu kabul etmeyebilir ama bunun toplumsal meşruiyeti var. Şimdi şöyle düşünüyoruz. Haklar yasalardan önce gelir. Şimdi biz burada Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük yapacağımız çalışmalar bizim Kürdistan bölgesinde yapacağımız yani Kürt bölgesinde yapacağımız çalışmaların besleyicidir aynı zamanda. Biz eşit, özgür yurttaşlık istiyoruz. Bakın dikkat ederseniz hemen hemen aşağı yukarı Kürt partilerinin çoğunun talepleri aslında birbirini öteleyici dışlayıcı talepler değil. Bütün Kürtler, Kürtlerin eşit, özgür yurttaşlık statüsünün olmasını istiyor. Yani kimliğinin tanınmasını istiyor. Dilinin tanınmasını istiyor. Özerk meclislerin, yani siyasal iradeleşmesinin ve temsiliyetin olmasını istiyor. Köylerin yerleşim yerlerine geri dönüşlerinin olmasını istiyor. Eski köy ve yerleşim yeri isimlerinin iade edilmesini istiyor. Bu nedenle; bunu çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı bir şekilde istiyor. Kürdistan bölgesinde inançların özgürce yapılması istiyor. Koruculuğun kaldırılmasını istiyor. Hakikatleri araştırma komisyonunun kurulmasını istiyor. Şimdi biz bunları niye yapmayalım? Yapalım. Bunlar için çaba sarf edelim. Kürtlerin artık statüsüz yaşamaması gerektiğine dair çabalarımızı geliştirelim. Yani kurumlaşmalarımızı sağlayalım. Bu Türkiye’deki demokrasi mücadelesine katkıda bulunmamıza engel değil. Kürtlerin statüsü özerklik. Federasyon işte diyelim ki eyalet sistemi veya bağımsızlık ne olursa olsun. Şimdi bütün bunlar Türkiye’deki demokratik yapıya aykırı değil. Mesela; Irak’ta diktatöryal rejim gittikten sonra Irak Federal bir yapıya dönüştü ve Güney Kürdistan bir statüye kavuştu. Yani Irak’ın demokratikleşmesi, Güney Kürdistan’ın gelişmesine engel olmadı ki. Tam tersi onu besleyen oldu. Diktatör gitti. Orada bir gelişme oldu. Şu anda Rojava’da diktatör Esad Yani Esad rejimi gitti. Şu anda orada Özerk bir bölgenin oluşması gelişti. Dolayısıyla; diktatöryal, otoriter, fundamentalist rejimlerin zayıflanması Kürtlerin statülerini gelişmesine, kurumlarının gelişmesine katkıda bulunan bir süreçtir*.Türkiye’de faşist rejimin, diktatöryal rejimin, fundamentalist otoriter rejimin çözülmesi, çökmesi veya gitmesi Kürtlerin sorununlarının demokratik siyasal çözümünü geliştiren bir şeydir. Biz niye bunu yapmayalım ki? Şimdi bizim şöyle düşünmemiz lazım. Buradan ittifaklar meselesine geleceğim. Benim biraz önce söylediğim, Kürt’le Kürdistani ittifak Türkiye’de üçüncü yol ittifakı bir bütün bütünleşti. Biz yüzde yirmi, yirmi beş oranında bir oy aldık. Bu Kürt sorununun siyasal çözümünü, inançların sorunlarının çözümünü Türkiye’nin birçok sorununu çözecektir. Bizim niye aleyhimize olsun ki? Bunu Orta Doğu’ya düşünün. Orta Doğu’da barışın, özgürlüğün, demokrasinin anahtarı da Kürt ve Kürdistanlar olacaktır o zaman. Yani kendi gücümüzü güçlendirmemiz, önce Kürt ve Kürdistan’ı ittifak, sonra diğer ittifaklarla güçlenmemiz hem Türkiye’de hem Irak’ta hem Suriye’de hem İran’da bizi güçlendirecektir ve bu oradaki rejimlerin çözülüşünü sağladığı gibi Kürtlerin ve Kürdistanların siyasal demokratik inşaa süreçlerine de katkı sunacaktır. Türkiye özelinde bir de şöyle bir gerçekliğimiz var, şu anda demografik olarak Kürt nüfusunun çoğu Türkiye metropollerinde, Avrupa’da. Şimdi düşünün, biz buna uygun da çözümler bulmalıyız. Yani idealize etmekle gerçeklik arasında bir fark var.

HDP’nin kapatılma olasılığı gündemi en çok meşgul eden ve tartışılan temel konulardan biri. Sayın Demirtaş da HDP’nin kapatılma olasılığından söz etti. Bu durumda seçime kısa bir süre kala ne yapılmalı? Ne kadar kısa bir sürede Kürtler ve ittifak içinde olduğu güçler hızlı bir şekilde organize olabilir? Şu anda en çok merak edilen konulardan birisi bu. Mevcut rejim Türkiye’deki demokrasi mücadelesine bir tehdit olarak elinde bir sopa olarak tutuyor. HDP kapatılır, kapatılırsa sonrasında nasıl bir süreç bizi bekliyor?

Öncelikle ben HDP’nin kapatılma sürecini bile çok kolay olmayacağını düşünüyorum. Ama kapatılma olasılığı var. İkincisi HDP’nin, siyasal partinin buna yönelik tedbirlerin de olabileceğini düşünüyorum. Şimdi tarihsel süreçte de baktığınızda, Kürt partilerinin, Kürdistani partilerin veya Türkiye’de demokratik siyaseti savunan partiler kapatıldığı her süreçte, her süreçte ardından yeniden bir doğuş gerçekleşti. Yani bizim partimizi her kapattıkları sürede aslında biz büyüyerek geliştik. Bu sefer de HDP kapatılırsa biz daha da büyüyerek gelişeceğiz. Ben devlete şunu söylemek istiyorum. Parti kapatma Kürtlerin demokratik siyaseti savunmalarının, emekten, barıştan, demokrasiden yana olanların iradesinin engellenmesi sorununu çözmek yerine derinleştirecektir. Birisi bu. İkincisi Devlet bir adım attı. İşte hazine yardımlarına tedbir konulmasıyla ilgili. Devlet şunu yapmaya kalktı. Dedi ki, İşte ben hazine yardımını kesersem, işte yarın kapatırsam Kürtlerin oyları işte tepkisel olarak bana döner veya sandığa gitmezler. Bir kere bu bir ham hal hayaldir. Kürtler iradelidir. Ve üçüncü yola inanan HDP’liler kesinlikle ve kesinlikle iradeli olacakları için bir tarafa da kaymayacaklardır. Ve bu ne olacak? İnanın ki, bu kadar hesap yapan hükümetin veya iktidarın bütün hesaplarını altüst edecektir. Ancak HDP ve üçüncü yol bileşenleri buna uygun bir strateji geliştirecektir. Ve iradesini yeniden ortaya koyacaktır. Yani HDP’yi kapatmaya çalışan irade aslında HDP’yi kapatarak kendi sonunu daha da yakınlaştıracaktır.

Konuyla bağlantılı olarak gerçekten de yakın dönem geçmişe baktığımız zaman Kürt partileri her kapatıldığında bu partiler daha fazla örgütlenerek, güçlenerek geldiler öyle ki bugün Kürdistan’da en etkin demokratik irade olunmuşken Türkiye’de ise Üçüncü Yol gerçekliği olarak ortaya çıkıyor. Burada yatan diyalektik ve dinamikler nelerdir, neden böyle oluyor?

Şimdi öncelikle devletin devletin bu kapatmaya yönelik politikaları Kürtlerin daha çelikten bir iradeye dönüşmesine neden oluyor. Yani içte daha güçleniyor. Daha güçlenen bu çekirdek aslında etrafını daha da güçlendiriyor ve geliştiriyor Bir kere Kürtlerin kendi demokratik ve siyasal iradelerine sahip çıkma bilinci daha da artıyor. Ve aslında Kürt halkı şunu görüyor. Özellikle diğer partilerdeki birçok Kürt şunu da anlıyor artık. Diyor ki aslında Kürtlerin demokratik siyaset yolu hiçbir zaman kabul edilmiyor. Bu bizim meşruiyet çizgimizi daha da arttıran bir nokta. Aslında HEP’ten bugüne kadar bütün kapatılan partilerde büyümemizin bir nedeni Kürtlerin işte o kendilerini yönetme, kendilerine sahip çıkma, kültürlerini, dillerini, inançlarını, demokrasiye, barışa ve özgürlüğe olan bağlılıklarını daha da arttırmıştır. Ve her arttırdıkça hem kendi coğrafyalarını hem de Türkiye’nin aslında gelişip, güçlenmesine de büyük katkılarda bulunmuştur. Bakın bugün Türkiye’de hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı yüz yıldır o ülkeyi yönetiyor ülkeyi getirdikleri hale bakın. Açlık, yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik çeteleşme her türlü kötülük almış başını gitmiş. Ortada siyasal kriz derinleşmiş. Kimse kimse artık memnun değil. Bakın şöyle söyleyeyim. Bir kere ne Cumhur İttifakı’nın ne de Millet İttifakı’nın bir sistem sorunu yok. Onlar sadece bir iktidar kavgası yürütüyorlar. Şimdi sorun şu. Millet İttifakı sistemi mi değiştirmek istiyor. Yoksa mevcut sisteme, sen git bu koşullarda biraz da ben mi yöneteyim diyor. Şimdi sorun buradadır. Dolayısıyla, eğer sistemi değiştirmeyecekseniz gelen gideni aratır. Yani bizim söylemek istediğimiz sorun şu. Yönetim sistemi değişmeli. Şeffaflık gelmeli. Sürdürülebilirlik gelmeli, denge denetleme mekanizmaları gelmeli. Demokratik katılım süreçleri gelmeli, liyakat gelmeli, hakkaniyet, adalet gelmeli. Gerekirse geri çağırma olmalı. Ama şimdi sorun şuysa, beşli çete yedi, hadi yeter sen git bizim Altılı çete gelsin yesin mi diyorlar? Yani siz iyi yönetemediniz, siz gidin biz gelelim biz yönetelim. Şimdi siz sistemi değiştirmezseniz bir şey değişmiyor. Makyajla, rötuşla değişmez. Sorun yepyeni, demokratik bir inşa süresini gerektiriyor. Bunu da yapabilecek tek güç Üçüncü yoldur. Çünkü diğerleri bu sorunlara zaten sebep olanlardır. Ee onlar da kendilerini değiştirip dönüştürmekte inat ediyorlar. İşte bu nedenle yerel yönetimler süreci de buna uygun olmalıdır. Yani ihale kanunu değişmeyecekse açık, şeffaf olmayacaksa. Türkiye’de demokratik, özgürlükçü bir anayasa olmayacaksa, yahu yirmi birinci yüzyılı 1982 darbe anayasasını rötuşlayarak yönetemezsin. İstediğin kadar rötuş yap yani, mümkün değil. Bu neye benziyor? Yani beş yaşındaki çocuğun elbisesini yama yaparak biraz genişleterek büyütmeye benziyor. Bu artık gitmiyor. Yeni bir elbise gerekir. Çocuk büyümüş. Bütün bunlarda payı olmayan bir tek bizleriz. Üçüncü yoldur. İşte bu nedenle insanların bize karşı olan güvenleri ve inançları daha da artıyor. Biz tabii kendimizi kitleye taşırdığımız sürece Ben iddia ediyorum. Bakın. Eğer üçüncü yol kendi adayını daha kapsayıcı biraz önce söylediğim perspektifle ciddi bir aday çıkarsın, ikinci tura kalır. Tabii ciddi bir aday. Bu kapsayıcı bir aday. Ama ben öncelikle bir kadın olsun isterim. İki, biz eğer gerçekten ciddi bir Programla ciddi bir perspektifle ve ciddi projelerle ortaya çıkarsak, ben inanıyorum ki biz ikinci tura kalırız. Çünkü hem Cumhur İttifakı’nın tabanından hem de Millet İttifakı’nın tabanından ciddi rahatsızlık duyan kesimler var. Şimdi bir de bizim hani bu irademizin kapatılmasının yarattığı bir durumda var. Şimdi biz bununla ortaya çıkarsak ben inanıyorum ki, Türkiye’nin sorunlarını ve Kürtlerin Kürdistan sorunlarının çözümüne yönelik ciddi bir perspektifi ortaya koyarsak, örneğin; demokrasi manifestosu, Özgürlük manifestosu, açlık, yoksulluk ve işsizliği önleme manifestosu. Yolsuzlukları önleme manifestosu, barışın manifestosunu, adaletin, liyakatın ve hukukun üstünlüğünün manifestosunu ortaya koyalım. Ben inanıyorum ki Türkiye’yi yönetmeye de talip oluruz. Biz bu kadar da kendimize güvenelim Çünkü çürümüş bu sistemin sorunlarının nedenleri olanlar bu sorunları çözemezler. Einstein diyor. ”Bir şeyin nedenlerini değiştirmedikçe sonuç değişmeyecektir.” Şimdi millet ittifakı seksen yıldır bu ülkeyi yönetiyor, getirdiği hali görün Cumhur İttifakı yirmi yıldır getirdiği hali görün. Türkiye’ye getirdikleri nokta işte ortada. Bu onların eseridir Bizim eserimiz değil. Sistemin bu çürümüşlüğü gerçekliğinden yola çıkarak yukarda söylediğim manifestoları ortaya koyarak ve ciddi kapsayıcı bir aday da çıkarsak cidden biz kazanacağız. Bir de bakın Cumhur İttifakı’nın yaptıklarından rahatsız olan bir kesim var. içte de kaynıyor orası. Ama muhalefete de güvenmiyor. Evet. Muhalefetin bu kararsız durumundan rahatsız olanlar var. Onlarda iktidara güvenmiyor. Şimdi biz bunları da kapsayacak bir perspektifle güçle ortaya çıkalım. Bunların hepsi yüzlerini Emek ve Özgürlük İttifakına dönecek. Kendimize güvenmeliyiz.

Daha önceki seçimlerle karşılaştırdığımızda, seçimlere bu kadar az zaman kalmasına rağmen yüzde 15-20 dolaylarında gezen adeta kemikleşmiş diyebileceğimiz kararsız seçmenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanlar şu anda aç. Rahatsız. Ama ne hükümete güveniyor ne de muhalefete güveniyor. Muhalefetin bir reçetesi yok. Muhalefet şu anda kendi derdinde. Parçalı. Altı tane benzemez. Şimdi zaten iktidar buna neden olan. ikincisi insanlar işsiz, Şimdi bu işsizliğe sebep olan mevcut iktidar bu işsizliğin nasıl çözüleceğine dair bir perspektif koymamış ortaya En basit iki tane. Eğitim sistemi çürümüş. Muhalefetin bir eğitim modeli yok. İktidarın olmadığı gibi. Şimdi biz bu kadar ciddi bir perspektifle manifestolarla çıkalım, uluslararası güç merkezlerine de bu gücü hissettirdiğimizde ben inanıyorum ki biz ikinci turdayız. Çünkü biz haklıyız. Bütün bunları yaratan biz değiliz. Bakın Buna sebep olan biz değiliz. Buradan hemen bir örnek vermek istiyorum. Türkiye’de göreli bir çözüm süreci oldu. Bakın göreli bir çözüm süreci. Şimdi biz Türkiye halkına bir tablo gösterelim. Bakın barışın hafif bir sesi geldi. Ekonomik göstergelere bakalım, refah göstergelerine bakalım. Bir de savaşın şu anda şiddetlendiği dönemdeki ekonomik ve refah göstergelerini yan yana koyup Türkiye halkına gösterelim. Dolar o zaman ne kadardı? Şimdi ne kadar? Türkiye’nin dış borcu ne kadardı? Şimdi ne kadar? Türkiye’de ekmeğin fiyatı ne kadardı? Şimdi ne kadar? Türkiye’de bir emekçinin o zaman aldığı ücretle bunun satın alma değeriyle bugünkü satın alma değerini karşılaştıralım. Bunu Türkiye halkına sunalım ve nasıl çözeceğimizi söyleyelim. Türkiye’deki yolsuzluklarla ilgili sorunu çözelim. Bakın, bütün bu manifestolar Türkiye halklarının derdine dermandır. Türkiye’de insanlar derdine çare olacak doktor arıyor, biz bu ittifak olarak doktor olmalıyız. Halkın, toplumun, inançların, halkların dertlerine doktor olmalıyız. Reçete sunmalıyız. Biz reçetemizi doğru sunarsak doğru ve tanınan, bilinen ve kapsayıcı, bilgili bir doktorla ortaya koyarsak ben inanıyorum ki biz ikinci turdayız.

Bundan önceki birliktelik ya da ittifak politikalarıyla bugüne mukayese ettiğimizde bundan sonrası için sizce neler tecrübe edilebilir. İttifak dediğimizde genelde parti ve kurumlar akla geliyor. Halbuki ittifakın bir ayağını da yazarlar, aydınlar, küskün bireyler oluşturuyor. Ya da oluşturması gerekir. Hem ülke hem de sürgünde HDP’ye gönül vermiş olan çok sayıda örgütsüz bireyden söz ediyoruz. Bunlarla bir barışma süreci, bunları tekrardan daha fazla bu çalışmalara katabilmenin formülü sizce ne olabilir? Sürgündesiniz. Yerinde birebir gözleme imkanına da sahipsiniz.

Şimdi ben tam da burada ifade ediyorum. İttifaklar sadece siyasal partiler üzerinden olmamalı dendiğimde bunu ifade ediyorum Toplumsal kesimlerle ve bireylerle ittifak olmalı. Bakın hem bireyi hem toplumu gören. İnançlarla olmalı. Toplumsal alanda kurumlarla ittifak olmalı. Sivil toplum örgütleriyle ittifak olmalı. Aydınlarla, yazarlarla, akademisyenlerle, gençlerle, kadınlarla ittifak kurulmalı. Biz bunu yaptığımız zaman güçleniriz. Bunun da yolu biz şuna inanıyoruz. Bir şeyin yapımına katarsanız insanları yıkımına katmamış olursunuz diyoruz. Zaten Türkiye’deki en büyük problem budur. Yapım sürecine bütün toplumsal kesimleri katmalıyız. Bizim yapım süreçlerine kattığımız her insan kendisini özne görecektir özne olan yurttaş sahip de çıkacaktır. Denetleyecektir. Hesap soracaktır. Ama aynı zamanda katkısını da sunacaktır. Zaten şu an Türkiye’de demokratik katılım süreçlerini olmadığı için savaş. İşte bunu biz Sur Belediyesinde yapmıştık. Mesela belediyenin meclisi vardı. Ama yeterli değildi. Çocuk meclisi, kadın meclisi, çalışanlar meclisi, mahalle meclisleri ve Kırklar Meclisi’ni kurmuştuk. Çünkü biz şunu diyorduk kentin yapımına katarsanız insanları yani yapım süreçlerine katarsanız o zaman yıkım sürecine katılmamış olacaktır. İşte bu bu ittifaklar üzerinden olmalı. Yani bizim bu ittifaklarımız yine söylüyorum. Toplumun yeniden inşası; demokrasinin, özgürlüğün barışın ve ekonomik ilişkilerin yeniden inşası sürecidir aynı zamanda. Hem bu Kürt Kürdistan için hem de Türkiye için. Onun için diyoruz hani birlikte yaşama perspektifi olsun.

Eski bir yerel yönetici olarak yerel yönetimlerde geriye dönüp baktığınız zaman şunu da eksik yaptık dediğiniz bir iş ya da şurada eksik kaldık dediğiniz bir alan var mı? Önümüzdeki dönemde Kayyum rejimlerinden belediyeler geri alındıktan sonra şunu eksik yapmıştık daha fazla yapılmalı şu yanlıştı yapmamalıyız. Ya da şu alanda yetersiz kalmıştık. Bu alana yoğunlaşmalıyız dediğiniz alanlar var mı?

Şimdi öncelikle bizim eksik kaldığımız çok alan var. Yani bunu bir öz eleştiri olarak da değerlendirmek gerekiyor. Birincisi demokratik katılım süreçlerini yeterince ve istenen düzeyde yaptığımız söylenemez, eksiktir. Bir şeyler yapıldı. Ama bize göre daha da geliştirilebilirdi, güçlendirilebilirdi. Yetmezlikler aşılabilirdi. Bunda eksik kaldık. Zaman zaman biz de devletçi kaldık ve iktidarcı olduk. Bu konuda, yani bizim de eksiğimiz var. Mesela bir örnek vermek istiyorum. İşte biz ya devletin borçlarını ödeyelim. İşte şunları ödeyelim. Borçlarını ödeyelim. Desinler ki belediyeler borçsuzdur. Bu kaygı bizim devletçi olma noktasına itti. Oysa biz bu kaygı ile hareket etmek yerine Açık, şeffaf ve sürdürülebilir, demokratik katılımla bu kaynakları halka daha çok harcamalıydık. Bence biz burada da eksik kaldık. Yeterli bir personel politikasını geliştiremedik. İstenilen düzeyde. Üçüncüsü haklar yasalardan önce gelir. Mantığıyla yerel yönetimler üzerinden demokratik meşru kurumlaşmalarımızı yeterli bir şekilde yapamadık. Bazen klasik belediyecilik noktasında kaldık. Yani yasalcılıkla meşruiyet çizgisindeki ikilemi meşruiyete daha çok götüremedik. Oysa biz bazen meşruiyet çizgisini daha da öne çıkartmalıydık Yani yasallık süreci tabii ki önemli ama yanlış olan yasalar, bizi geriye çeken yasaları değil meşru ve demokratik esasları ele almalıydık. Yasallık meşruiyet çizgisinde klasik kaldık diyebiliriz. Kadın boyutuyla, ekonomik model geliştirme boyutuyla eksik kaldık. Mesela kooperatifleşmede, kadın özgürlüğü boyutunda çok yeterli olduğumuz söylenemez. Yani pratikleşme anlamında problemler yaşadığımız söylenebilir. Örneğin belediyelerin, yerel yönetimlerin özgünlüklerini yeterince dikkate almadık. Yani bazen modellerimiz özgünlükleri de yeterli temsil edemedi. Oysa bizim için en küçük birim mahalleydi. Her mahallenin özgünlüklerini dikkate almalıydık. Bu konuda da yetersizliklerimiz oldu. Bir de karar alma süreçlerinde, bazen çok bürokratik olduk.

HDP’yi Türkiye Demokrasi ve Özgürlük Mücadelesinde nerede konumlandırıyorsunuz? Sizce en başında HDP projesine biçilen misyon HDP tarafından karşılanabilmiş midir?

Şimdi öncelikle HDP projesinin aslında çok önemli bir misyonu var ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin anahtarı olarak değerlendiriyorum. Bunu HDK’yle birlikte düşünüyorum. Yani biz toplumda, Kürdistan bölgesinde DTK’yle toplumun iradesinin ve toplumun demokratikleşmesi sürecini gerçekleştirmek, HDK’yle de bunu Türkiye sürecine taşırmak ve birbirini tamamlayan, birbirini koordine eden, birbirini besleyen bir Süreç olarak ele aldık. Ama bunu yeterince yaptığımız söylenemez. Yani önemli başarılar elde ettik. Bugün o bütün eksikliklerimize rağmen şu anda Türkiye’nin demokrasisinin ve özgürlüklerinin barışının ve gelişmesinin anahtarıyız ve umuduyuz. Üçüncü yoluz. Yani umuduyuz bir de. Şu anda tek umut biziz. Anahtar da biziz. Ama bu bizim eksikliklerimizin olmadığı anlamına gelmiyor. Tabii ki eksikliklerimiz var. Yani olmamız gereken noktadan daha ileri bir noktada olmalıyız. Şöyle söyleyeyim. Biz daha geniş kesimlere kapsayıcı yaklaşabilmenin zeminini yaratabilseydik bence daha iyi ama bu yani henüz geç kalınmış bir şey değil. Biraz önce ittifaklar ile ilgili söylediğim perspektifle hareket edersek tam da bu sıçrama noktasına geliriz. Bir de bizim bir özelliğimiz var. Biz kendimizi eleştiriden geçirerek, öz eleştiriden geçirerek, kendi eksikliklerinizi ve yetmezliklerinizi gören noktadan sıçrama yapan dinamik bir hareketiz. Yani statükocu değiliz. O anlamıyla söylüyorum. Bu nedenle ben Türkiye demokrasisinin barışının, özgürlüğünün, adaletinin, emeğinin ve hakkaniyetinin umuduyuz diyorum.

Geçtiğimiz günlerde Bafıl Talabani, beraberinde Başur Kürdistan yetkililerle beraber Rojava’ya bir çıkarma yaptı. Kürt halkının içini ısıtan, umudunu biraz daha güçlendiren görüntüler verildi. Bu girişimle paralel yapılabilecek başka ne tür çalışmalar var sizce?

Öncelikle Bafıl Talabani’nin ziyaretini tarihsel anlamda çok anlamlı ve değerli bulduğumu ifade etmek istiyorum. Şimdi bunlara yönelik çabalarımızı sürdürmeliyiz. Bir de özellikle Paris’te katledilen üç tane arkadaşımızı, insanlarımızı saygıyla anmak istiyorum. Ve ben Evin Goyi arkadaşın şahsında üç tane katledilen Kürt’ün anısına bağlılık anlamında tarihsel olarak bir Kürt, Kürdistani birlik kurumlaşması kurulmasıyla cevap verilmeli diyorum. Yani bunların katledilmesine yönelik verilecek en o güzel tarihsel yanıt budur diyorum. Kürt ve Kürdistani kongre, konferans adına ne koyarsak artık böyle bir kurumsal cevap verilmelidir diyorum. Bu temelde benim bazı önerilerim var. Yani birinci önerim bu. Yani biz o üç insanın anısına bağlıysak, yapacağımız en iyi adım Kürt ve Kürdistani anlamda bir adım atmak. Tarihsel bir adım atmaktır. Çünkü Evin Goyi’nin katledilme süreci, bu üç arkadaşın katledilmesi Bafıl Talabani’nin de yarattığı moral sürecinde olması da anlamlıdır. İkincisi IŞİD zihniyetinin özelde Kürt halkını, Avrupa’yı ve Fransa’yı ve Macron’u hedeflemesi de vardır. Bu küresel IŞİD zihniyetinin dünyaya yayılmasıdır ve tehlikenin gelişmesidir. İşte buna binaen Bafıl Talabani’nin bu süreçte ziyareti çok anlamlı ve değerli ama yeterli değildir. Bu nedenle çağrımı yenilemek istiyorum. Birincisi Güney Kürdistan hükümeti yetkilileri Sayın Barzani yani Mesut Barzani, yine Neçirvan Barzani ve Mesrur Barzani veya onların temsilcilerinden bir heyetin Rojava’yı ziyaret etmesini öneriyorum. Bunu niye söylüyorum? Çünkü bu süreç içinde Rojava saldırıyla karşı karşıyadır. Bunun için bütün Kürtler darda olana sahip çıkmalıdır. Yani şu anda işgalle karşı karşıya olan Rojava’dır. Bu nedenle birinci tehlikeye yönelmeliyiz, sahip çıkmalıyız. Güney hükümetine çağrımdır. Güney Kürdistan’daki partiler bir ziyaret gerçekleştirmelidir Rojava’ya. Üç, Rojhilatlı partiler bir ziyaret gerçekleştirmelidir. Dört, Bakur’daki Kürt ve Kürdistani partiler, Güney Kürdistan hükümetini ve Rojava yönetimini ziyaret etmelidir. Beş, Avrupa’dan ciddi bir heyet, Kürt ve Kürdistani Bir heyet ve Kürt dostlarından oluşan bir heyet önce Güney Kürdistan hükümetini partileri ve Rojava’yı ziyaret edebilirler.
Hatta bu şuna da dönüşebilir. Kürdistani ve Kürt dostlarının oluşturduğu bir heyet Avrupa’dan önce Güney Kürdistan hükümetini ve oradaki partileri ziyaret eder. Onların da katılacağı daha geniş bir heyet olur. Sonra Rojhilatlı partiler ziyaret edilir. Rojhilatlı partilerin de katıldığı daha geniş bir heyet Rojava’yı ziyaret eder. Daha sonra Rojava yönetimi bunları ziyaret etmelidir. Bu daha sonra Güney’le Rojava’nın birleşmesini niye hedefleyecek bir noktaya ulaşmalıdır? Aynı şekilde bu PKK’nin PYD’nin YNK’nin, KDP’nin ve Rojhilat’taki partilerin kurucusu olduğu bir Kürt ve Kürdistan Kongresi konferansı veya platformunun kuruluşu, adımını ilan etmelidir. Ve bunun oluşumuyla gelişecek olan bir yapılanma iradeye kavuşmalı. Sonra Rojava ile Başur, ister fiili, ister resmi birleşmelidir. Ve Akdeniz’e yolumuz açılmalıdır. Yeraltı yer üstü zenginlik kaynaklarımızı Akdeniz üzerinden biz dünyaya taşımalıyız. Aynı şekilde bir ortak savunma gücü Rojhilat’taki gelişmeleri ve Bakur’daki gelişmeleri de güçlendirecektir. Bütün bu siyasi irade ortak savunma ortak tavır ve ortak diplomasi, Rojhilat’ı ve Bakur’u da güçlendirecek. Orta Doğu’da Kürtlerin önce Kürt ve Kürdistani demokrasinin ve özgürlüğün ve barışın teminatı olduğu gibi Ortadoğu’nun değişiminin de anahtarı olacaktır. Bu nedenle bunu suya atılmış bir halka olarak düşünüyorum. Şimdi bu Şimdi bu halkanın genişletilmesi gerekiyor, yayılması lazım. Bu nedenle Sayın Bafıl Talabani’nin ziyareti anlamlıdır. Anlam biçiyorum ama bu giderek güçlenmelidir. Ve herkes eğer yirmi birinci yüzyılda Kürt ve Kürdistani statünün olmasını istiyorsa, Orta Doğu’da demokratik, istikrarlı bir ortamın oluşmasını istiyorsa biz bunu gerçekleştirmeliyiz. En azından torunlarımıza hesap verebiliriz. Yoksa torunlarımız, sonra bizi yargılayacak.

Abdullah Bey gene konumuzla ilintili olarak, daha önce de Kürdistan Kongresi’nin toplanmasına dair girişimler oldu. Bunların bir kısım çalışmalarında sizin de isminiz geçti. Başur Kürdistan’a epey bir ziyaretler yapıldı. Kadın örgütlerinin karar alma ve uygulama süreçlerinde Kürdistani boyutuyla görece de olsa bir birlik sağlandı. Kürtçe’nin resmi dil olarak hangi lehçesinin ve hangi alfabenin tercih edilmesi gerektiğiyle ilgili hem uzmanları tarafından, hem siyasetçiler tarafından görüşmelerin yapıldığı bir süreç yaşandı.Bu iki girişimde olgunlaşmadan ve kurumsallaşmadan başarısızlığa uğradıç Kürt ve Kürdistani yapılar tam olarak nerede ve nasıl hatalar yaptı da Kürt halkına ve Kürdistan’a kalıcı bir statü elde etme olanağı oluşturulamadı?

Şimdi birincisi, 2013’te biliyorsunuz Sayın Öcalan’ın çağrısı üzerine girişimler başladı biliyorsunuz. Eğer biz o girişimi başlatmış olsaydık. Bugün Güney Kürdistan’a yönelik İran’ın tehditleri, Türkiye’nin tehditleri Rojava’ya yönelik Rojhilat’a yönelik tehditler bertaraf edilmiş olacaktı bir kere. IŞİD bu kadar fütursuzca Kürt ve Kürdistan halklarına saldıramayacaktı. Çünkü orada çıkan irade aslında bütün bu saldırıların tedbirlerini geliştirecek bir ortak irade de olacaktı. Aslında burada şu gerçek ortaya çıkıyor. Sayın Öcalan’ın politik öngörüsünün ne kadar doğru olduğunu ve haklı olduğunu ortaya koydu. Eğer o dönem bu ittifaklar olsaydı ben inanıyorum buradaki, bizim tuttuğumuz ve elde ettiğimiz kazançlar bu düzeyde olmayacaktı. Bunun özellikle altını çizerek söylüyorum. Bir kere ikincil olarak da şunu söylüyorum, Kürt ve Kürdistani birlik, Arap, Fars ve Türk halklarına karşı değildir. Tam tersi onların da güçlenmesini, gelişmesini besleyen ve destekleyen bir noktadır. Kürtlerin demokratik, barışçıl bir ortamda yaşamaları, Kürt sorununun, Kürdistan sorununun, Ermenilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Alevilerin, Lazların, Türkmenlerin, Çerkeslerin sorunlarının çözüldüğü bir yerde istikrar olur. Bu istikrar bize de, Türkiye Fars ve Arap halklarına da rahatlık getirecek. Bugün bu devletler savaşı finanse etmek için bir kere diktatörleşiyorlar. İki bu diktatörlerşen rejimler ülkelerinin kaynaklarını insan öldürmeye harcayarak kendi yurttaşlarının, yoksulluk içinde ve aç kalkmasını neden oluyorlar. Bu nedenle Kürt ve Kürdistan sorununun çözümü ve bu demokratik siyasal çözümün gerçekleşmesi Kürtlere, Ermenilere, Süryanilere, Türkmenlere olduğu gibi Araplara, Farslara ve Türklere de yarayacaktır. Bu nedenle bizim birliğimiz Kürt’e Kürdistan halklarının ve inançlarının ve kadınların birliği Orta Doğu’nun güçlenmesine katkı sunacaktır. Ama burada şunu söylemek lazım. Biz şunu kendimize sormalıyız. İran’ın, Irak’ın Suriye’nin ve Türkiye’nin Kürt ve Kürdistani haklarla ilgili bir ortak stratejisi var. Her birinin kendi stratejileri de var. Mesela Sadabat Paktı budur. Neden Kürt ve Kürdistan halklarının kendilerine göre kendilerini ilgilendiren bir stratejistleri yoktur. Ortak stratejileri. Ortak savunmaları, ortak ekonomileri yoktur. Bu tarihsel olarak bizim eksikliğimizdir. Bütün herkesin eksikliğidir. Bu nedenle biz bir karar vermeliyiz ulusal halksal inançsal ve bir bütün olarak coğrafyamızın çıkarlarını mı esas alacağız? Yoksa ailemizin, aşiretimizin şahsımızın inanç inancımızın, mezhebimizin, şirketlerimizin çıkarlarını mı esas alacağız. Şimdi buna karar vermeliyiz. Tam anlamı ile kazanma, ancak ortak stratejinin ve ortak çıkarların gerçekleşmesiyle mümkündür. Eğer ortak çıkarlar ortak strateji gerçekleşirse ben de kazanırım herkeste kazanır. Kazan kazan sistemi olur. Ama ben desem ki benim çıkarım önemlidir. Ailemin çıkarı önemlidir. Aşiretimin, mezhebimin, dinimin, bölgemin, şirketimin çıkarları önemlidir. Hem ben kaybederim hem de halklar olarak, ulus olarak inanç olarak hepimiz kaybederiz. Zaten biz burada kaybettik. Yani sistemin böl, parçala, yönet sistemi egemen oldukça biz kaybedeceğiz. Ama biz birleşerek kazanacağız. Biz güçlenerek kazanacağız. Halklarımızın inançlarımızın, mezheplerimizin ve coğrafyamızın ortak çıkarlarını esas aldığımızda kazanacağız. Bu nedenle hızla biz buradan çıkmalıyız. Bunun için ortak strateji gerekir. Olmaması hepimizin eksikliğidir. Buradan bir kez daha Kürt şahsiyetlerine, Kürt partilerine Kürt sivil toplum örgütlerine ve bir bütün olarak Kürdistan halklarına çağrımdır. İki türlü olsun. Ya tabandan zorlayalım ya da üstten bu partilerimiz bir çağrı yapsın. Büyüklük budur. Büyüklük kapsayıcılıktır. Birlik isteyen kaybetmez. Büyüklük kapsayıcı olmaktır. Bu nedenle ben Kürt Kürdistan halklarının bütün bu partilere, kesimlere bir çağrıda bulunmaları gerektiğini, onları birlik için zorlamalı onları gerektiğini düşünüyorum. Ya birlik olursunuz, ya da biz sizi kabul etmeyiz demediler ya da bütün partiler birleşmiyorsa bile birleşenler birleşmeli, dışarıda kalanlar da artık ya birleşmeli ya da tavrını netleştirmelidir. Biz birlikte kazanabiliriz. Parçacılık, bölgecilik, aşiretçilik, mezhepçilik fikri bir şey kazandırmaz bize. Kürdistan halklarının kazanmasını istiyorsak birlikte davranmalıyız. Birlikte davranmak aynılaşmak değildir. Tabii ki farklı düşüneceğiz. Farklı bakacağız ama biz ortak demokrasi paydasında, ortak çıkarlarımız doğrultusunda bir araya gelmeyi bilmeliyiz.

Sürgünde olan ciddi bir Kürt diasporası ve siyaset aklı var. Bunun yanında Avrupa’da yine sürgünde olan Türkiye Sol Demokrat ve Yurtsever çevreleri var. Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesine, hem toplum diplomasisi, hem kurumlar, hem devletler düzeyinde yürütülen çalışmalar sürecine bu dinamikler ne kadar dahiller? Sizce diasporadaki bu gücün yaptıkları çalışmalar yeterli mi?

Öncelikle Avrupa’daki Türkiye ve Kürdistan diasporasının çalışmalarını anlamlı ve değerli bulduğumu ifade etmek istiyorum. Elbette ki önemli çalışmalar, önemli atılımlar yapılıyor. Ama yeterli mi? Hayır, eksiklikleri var. Ve bunların giderilmesi uygun kurumsal ve örgütsel dizaynlara götürülmesi gerekiyor. Yani ortaya çıkan enerjiyle eldeki kazanım aynı değil. Bu gücün daha iyi koordine edilmesi, daha iyi yönlendirilmesi, daha kurumsallaştırılması ve daha örgütlü düzeye kavuşturulması gerekiyor. Dolayısıyla bir öncekini aşan ve kendini güçlendiren, geliştiren bir noktada olmalı. Bu hem kurumsal, hem örgütsel hem de siyasal anlamda kültürel anlamda da gelişmeli. Bu nedenle eksikliklerimiz var ama önemli çalışmalar da yapılıyor. Yani hem kitle çalışmalarında, hem örgütsel çalışmalarda tabii ki önemli ama yeterli değil. Şimdi bu nedenle önemli çalışmaları yapmalı ve hepimiz birey olarak mücadelemizin, halkımızın, değerlerimizin bize sunabileceği her göreve hazır olmalıyız. Yani bu seçim süreçlerinden tutun, seçim süreçlerinden bağımsız diasporayı bir arada örgütlü tutabilecek, birlik ve beraberlik ruhunu sürekli diri tutacak ve bu iradeyi kültürel, siyasal, ekonomik sosyal ve hukuksal anlamdaki bütün diplomatik çalışmalara taşıyacak süreçlere kendimizi hazırlamalıyız ve buna katılmalıyız. Tabi hem halk diplomasisi hem de devletler diplomasisi anlamında söylüyorum. Çünkü biz aynı zamanda halk diplomasisi de yapmalıyız. Aynı zamanda kendimizi bulunduğumuz yerlerde siyasal temsiliyetlere dönüştürmeliyiz. Mesela bu konuda eksikliğimiz var. Mesela bulunduğumuz kanton eyalet, belediye veya ulusal parlamentolarda yeterli temsiliyet sağladığımız söylenemez. Bu konuda eksiklikleriniz var. Bu nedenle kendimizi bulunduğumuz her noktada konumlandırmalıyız. Yani belediye meclis üyeliklerinden tutun, belediye başkanlıklarına kadar, yerel parlamentolara, bölge parlamentolarına ulusal parlamentolarına kadar da kendimizi hazırlamalıyız. Ama aynı zamanda bulunduğumuz sendikalarda, bulunduğumuz sivil toplum örgütlerinde de kendimizi örgütlemeliyiz. Yani sadece salt parlamentolarda değil aynı zamanda mesela işçi sendikalarında, esnaf odalarında, işte ticari ekonomik kurumlarda veya işte çevre örgütlerinde ve benzeri kurumlarda kendimizi konumlandırmalıyız. Orada yer almalıyız. Etkin rol almalıyız. Diplomasinin bir boyutu da budur Bu konudaki yeterince organize olduğumuz söylenemez. Bu konuda biraz daha harekete geçmeliyiz. Ve kendimizi güçlendirmeliyiz. Bir diğer şey kültürel çalışmalar ve dil konusunda eksiklerimiz var. Bence kaybettiğimiz bir dilimiz var. Yani asimilasyonun yanında oto-asimilasyonun da hızlandığı bir dönem yaşıyoruz. Kültürel değerlerimize yabancılaşma yaşıyoruz. Bununla ilgili kültürel kurumlaşmalara, akademilere enstitülerin geliştirilmesi gerekiyor. Ve özellikle dil öğrenme konusunda mutlaka ve mutlaka çalışmalar güçlendirilmelidir. Çünkü örgütsel güçlenme, toplumsal sorunları çözmedir. Aynı zamanda bizi var eden değerlerden uzaklaşma da var. Bu konuda bir kültürel yozlaşmanın önüne de geçilmelidir. Burada bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Son dönemlerde devletin, Türk devletinin bilinçli bir politikasıyla karşı karşıyayız. Özellikle doksanlı yıllarda Kürdistan coğrafyası boşaltılıyordu. Şu anda da coğrafya boşaltılıyor. Öncelikle Türk devletinin bir demografik değişim stratejisi olduğunu görüyorum. Özellikle Güneybatı hattı, Botan ve Amed hattı giderek boşaltılıyor günde yüzlerce, binlerce insan geliyor. Yani ve bu insanlar ciddi bir parayla geliyor. Ve bu insanlar daha çok yoksullaştıkları için sanki Avrupa’da çok iyi bir Ekonomik imkan var. Böyle teşvik edilerek insanlar dokuz bin on bin Euro kaçakçı şebekelere vererek buralara getirtiliyor. Büyük çoğunluğu apolitik birde, Şimdi bunun iki açıdan tehlikesi var. Bir, coğrafya boşalıyor. Boşalan coğrafyaya başka toplumları angaje edecekler. Şimdi Pazarcık’ın, Terolar diye bir bölgesinde bir pilot uygulama oldu. Bu Suriye’den göç ettirdikleri kesimleri oraya yerleştirdiler. Benim edindiğim izlenim bu boşaltılan bölgelere Afgan, İran ve Suriye’den getirilen çetelerin yerleştirilebileceğidir. Şimdi bunlar, aynı zamanda yeni bir asimilasyon politikasının geçmişte bu yapılan göç politikalarının bir başka benzeri olarak değerlendiriyorum. Avrupa’ya gelen bu kitlenin beraberlerinde getirebilecekleri bir durum var. Bir kere bu insanların çoğu apolitik. Biz bunlara yönelik ciddi bir politika oluşturamazsak, mevcut buradakilerin iş bulamaması ve benzeri gibi sıkıntılar yaşaması nedeniyle Avrupa’da kriminalleştirilebilirler. Tıpkı Türkiye metropollerinde Kürtleri kriminalize ettikleri gibi çeteleşmeler, mafyavari örgütlenmeler geliştirilip aslında Kürt kimliğinin, Kürt algısının olumsuzlaştırılmasına yönelik bir politika da görüyorum ben. Şimdi eskiden Kürtlerin varlığı kabul edilmiyordu ama Kürtlerin değerlerinin getirdiği kabul edilmeyen ama saygı duyulan bir durumu vardı. Ama Köylerimizin boşaltılması sonucunda, metropollerde yoksullaştırılan halkımızın kriminalize edilme süreçlerini yaşadık. Benzer bir politikanın Avrupa sahasında da gerçekleştirilebileceği kaygısını taşıyorum. Işte Kürt diasporası, Avrupa diasparası buna yönelik toplumsal. örgütsel tedbirler de almalı. Coğrafyamız boşalttırtmayarak tedbir almalıyız. Şimdi yarın siyasal bir çözüm süreci geliştirilirse. edindiğim izlenim Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölgede DTK’ya alternatif bir takım oluşumlar da oluşturulmaya çalışılıyor. Biliyorsunuz DTK’nın terörize edilmesinin bir nedeni de budur. Alternatif yaratıyorlar. Benim edindiğim bazı izlenimlere göre, bölgede sözde kanaat önderlerinden sözde inanç önderlerinden oluşan bir meclis oluşturulmaya çalışılıyor. Ikincisi Diyarbakır’da Alimler Birliği adı altında bir toplantı düzenlendi. Ezidi birliğiyle ilgili bir ikililik yaratmaya dönük girişimler var. Yani onları da kendilerine tabii etmek isteyen bir takım çalışmalar var. Bizim inşa etmek istediğimizi, Soykırım politikası, çökertme politikasını uygulayarak yok etmeye bu zorlama oluşumu alternatif yapmaya çalışıyorlar. Önce tümden yok etmeye çalıştılar bu olmayınca ikililik yaratıp bu sinerjiyi parçalamaya çalışıyorlar. Şimdi de aynı zamanda kendi alternatiflerini oluşturuyorlar. Oluşturma çabasındalar. Halkımız ve mücadelemiz bu konuda tedbirlerini almalıdır. Alıyordur da. Şimdi bu bir de şunu getirecek. Şimdi bu birde şunu getirecek, mesela aşiretler, işte Kanaat önderleri üzerinden de bir takım çalışmalar yaptıklarını duyuyoruz. Şimdi yarın siyasal süreçte, tıpkı Lozan’daki gibi hani İsmet Paşa oradayken bütün bunlardan doğru Kürtlerin temsilcileriymiş gibi irade beyanları gelecek. Bizim Türkiye Cumhuriyeti devletiyle bir problemimiz yok. TRT 6 var. İşte seçmeli ders var. Şu var, bu var. Bizim için yeterlidir demeye başlayacaklar. Biliyorsunuz İsmet İnönü’nün Lozan görüşmelerindeyken, orada diyor ben Kürt ve Türklerin temsilcisiyim. Bunu desteklemek için yerelde işbirlikçi ağaların faksla devlete biat eden görüşlerini gönderdiler. Şimdi bunu tekrardan oluşturdukları işbirlikçi, korucu kurumlar üzerinden geliştirmek isteyecekler. Bu tehlike duruyor orada. Işte bizim buna yönelik ciddi bir adımlar atmamız lazım. Tabii Kürtler aslında birçok konuda uyanıktırlar. Muhtemeldir, mücadelemiz ve partimiz bu konuda bunları görüyordur. Ve tedbirlerini almalıdır. Hem Avrupa’da hem de Türkiye’de ve bölgede. Bu konuda ciddi politikalar üretmeliyiz. Tedbirler almalıyız. Ve halkımızın örgütlenmesini sağlamalıyız. Yani şunu söyleyeyim. Biz aslında daha önce Türkiye’de bir inşa sürecini kendi demokratik irademizin inşa sürecini yaşattık, çökertme planıyla devlet bunları ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve sivil toplum alanında çökertmek isteyip soykırıma tabi tutup kendine göre işbirlikçi bir inşa sürecini başlatmış durumda. Ve bu konuda korucu kurumlaşmalar yaratmaya çalışılıyor. Eskiden koruculuk silahlı yürütülüyordu. Şu anda konuşulup biraz önce söylediğim kurumsallık üzerinden yürütülüyor.

Hem konu başlığı olması açısından sormak istiyorum. İki üç defadır özellikle sarayda ağırlanan bir Hüda-Par gerçekliği var. CHP’nin de yürüttüğü bir doğu masası çalışması var mesela. Deva Partisi’nin birtakım çıkışları var. Bunlar demokratik atmosferin oluşmasına dönük ılımlı açıklamalar gibi görünüyor ama bir yanıyla da bir yirmi yıl daha CHP’nin hamallığını yapma ya da DEVA Partisi’nin hamallığını yapma. Kürdistan’daki işbirlikçi dinamikler üzerinden yeni dinamikler inşa etmeye dönük çalışmalar var. Devletin tekçiliğe dayalı, anti-demokratik ilkeleri esas alan bu çıkışları nerede konumlandırıyorsunuz mesela?

Biraz önce söylediğim bu perspektif sadece HDP’nin sorunu değil. Bütün Kürt ve Kürdistani partilerin sorunudur. İşte Kürtlerin ortak stratejisi ve birlik perspektifiyle ortaya çıkışı bütün bu devletin işbirlikçi hayallerini ve koruculaştırmasını bitirir. Bertaraf eder. İradesizleştirir. Yani bütün bunların panzehiri tam da budur. Yani biz Kürt ve Kürdistani duruş sergilersek ve bu perspektifle bu tehlikeleri gören noktadan çalışırsak, bütün bu tehlikeleri bertaraf ederiz. Yoksa her parti bana ne. Beni ilgilendirmez. Ben bunlarla olmam. Ben şunlarla olmam derse yarın bu işbirlikçi korucular, korucu sistemi, bütün partileri yok edecektir. Bakın geçen gün Diyarbakır’da Kürdistan bayrağını açtığı için Azadi Hareketi’ni PSK ve PAK yönelik birtakım girişimler oldu. Bu onun işaretidir. Yani ben işte HDP’li değilim. Bana dokunmazlar. Ya bize bir şey yapmazlar yaklaşımı doğru değil. Biz bir şeyi bilelim . Bunlar hepsi Osmanlı Bankası’dır. Yok birbirlerinden farkı, hepsi Osmanlı Bankası. Yani biz İttihat ve Terakki zihniyetini biliyoruz. İttihat ve Terakkinin bir zihniyeti beyaz Kemalizm, bir zihniyeti yeşil Kemalizm’dir. Birbirinden farkları yoktur. Yani iyi polis, kötü polis rolünü artık kabul etmeyen, biz ölümle sıtma arasında tercih yapmak zorunda değiliz Biz kendi doğru yolumuzu bulup kendi irademizi sağlayıp ve ortak stratejimizi oluşturursak bütün bu oyunları boşa çıkartırız. Bunu Türkiye’de de Kürdistan’da da ve Avrupa’da da yapmalıyız Yani şimdi şöyle söyleyelim. Yarın orada bu işbirlikçi korucu kurumlar oluşursa ve Kürtlerin siyasal mücadelesi masada kaybedilirse hepimiz kaybederiz. İstediğimiz kadar diyelim ki sen suçlusun ben suçluyum. Ya biz bir yüzyılı kaybedeceğiz. Bizim böyle bir lüksümüz yok. Bu nedenle ben Kürdistani kaygı taşıyan, Kürt kaygısı taşıyan, Kürdistan’daki halklardan, Ermeni, Süryani, Çerkes, Türkmen, halklara ve onların temsilcilerine çağrıda bulunuyorum. Siz demokrasi, barış, özgürlük, statü istiyorsanız bunun yolu birleşmektedir. Yoksa devlet bu korucu kurumları inşa ederek hepimizi bitirecek. Bakın Kaso Şex Said’ine ihanet ederek o isyanı bitirdi. Ama Kaso’nun sonu ne oldu? Reber, Seyid Rıza’ya ihanet etti. Reber’in sonu ne oldu? Bişare Çeto’yu Cemile Çeto’yu hepimiz bilelim. Bakın Ermeni Katliamı sırasında birtakım yerel çeteler kullanıldı. Onların sonu ne oldu? Ve sonunda bir şey soracaklar hepinize. Sen kardeşine olmuyorsan, bana hiç olmazsın. Sen kendi halkından insanlara ihanet edersen bana da ihanet edersin kaygısını onlar da gösterecek. Bunu bilelim. Dolayısıyla, bizim birlikte davranmamız Türkiye’nin Türk halkının çıkarınadır. Zararına değildir. Çünkü bizim yok edilmemiz için kullanılan kaynak onların açlığına ve yoksulluğuna sebep oluyor. Ve şunu bilelim. İttihat ve Terakki zihniyeti farklı kimliklerin yok edilmesi üzerinden kendini var ediyor. Öl öldür politikasıdır bu Oysa biz diyoruz ki yaşa ve yaşat. Artık bizleri yok ederek kimse var olamaz. Bizim varlığımızla başkalarının varlığı olur O nedenle diyorum; demokrasi, barış, özgürlük ve herkesin kendi statüsü ve kendini yönetebilme iradesi ortaya çıksın. Bunun için ben başta Kürt ve Kürdistan halklarına, partilerine sivil toplum örgütlerine, kanaat önderlerine, aşiretlerine sesleniyorum. Bir aşireti bir başka aşirete karşı kullandıkları zaman bilinsin ki o aşiretin işini bitirirlerse yarın onların da işini bitirirler, tarihte bunun örnekleri çoktur.

Kısaca açmak isterseniz eğer, Avrupa’daki sol ve demokrat çevrelerin Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesine katkısı sizce yeterli mi?

Şimdi şöyle söyleyeyim hem Türkiye’de hem de Avrupa’da tabii ki anlamlı ve değerli çalışmalar var ama yeterli değil bir kere şunu söyleyelim. Türkiye’de de ve Avrupa’da da solculuğun milliyetçilik etkisinden kurtulması gerekiyor. Bakın, mesela ben şunu önemsiyorum gerçek anlamda sol, sosyalist, demokrat düşünen, liberal düşünen birlikte yürümemiz gerektiğine inanıyorum. Ama solculuk adı altında, Türk solculuğu bakın Özellikle söylüyorum, Türk solculuğu ve benzeri gibi mantıkların ne Türklere ne de solculuğa bir katkı sunacağına inanmıyorum. Bütün kesimler böyledir demiyorum ama böyle olanlar da var. Bu nedenle biz gerçek anlamda demokrasinin, gerçek anlamda sol ve sosyalist düşüncenin barıştan, özgürlükten, adaletten yana olan herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğine inanıyoruz. Ya diktatörlük kazanacak ya özgürlük kazanacak. Enerjimizi birbirimizle didişmeye çekişmeye değil Diktatör rejime karşı özgürlüğü savunmaya harcayalım enerjimizi.

Sizin bir Diyarbakır sevdalısı olduğunuzu biliyorum. Epey de bir süredir sevenlerinizden, dostlarınızdan, ülkenizden ayrı bir sürgün hayatı yaşıyorsunuz bunu yaşamak zorunda bırakıldınız. Diyarbakır’a, Sur’a, dostlarınıza vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Çok kısa zamanda Diyarbakır’da o Sur içindeki mekanlarda buluşacağımın umudunu ifade etmek istiyorum. Ve bu konuda bu süreç içinde üzerime düşeni yapmaya hazırım diyorum.

Son sorumuz. Peki seçimden sonra nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?

Eğer biz biraz önce söylediklerimiz gerçekleşirse yepyeni bir Türkiye’nin, yepyeni bir Kürt ve Kürdistan’ın inşasını konuşuyor olacağız. Nasıl inşa edeceğimizi konuşacağız!

Ev malper agahiyên we kom dike Polîtikaya veşartî